filozofların eğitim ile ilgili görüşleri
Filozofların beyin-beden problemi üzerine çalışmaları nöropsikolojinin ortaya çıkmasına dolayısıyla beyin görüntüleme teknolojisine vesile oldu. Felsefe hep bilimin arka planında sessizce çalışmaya devam ediyordu. Üçüncüsü ise hakikat, tarafsızlık ve taraf olmak ile ilgili kaygılar ile alakalı.
Marksizmbir tarih teorisidir, tarihi açıklama teorisidir. Sadece açıklamakla da ilgili değil değiştirmekle de ilgilidir. Marksizmin özelliği 20.yy temel filozofların özelliği gibi-Wittgenstein, Heidegger gibi-felsefe ve metafiziğe karşı olmalarıdır.
Atatürk’ün Eğitim ile İlgili Sözleri. 09 Mart 2020. Mustafa Kemal Atatürk, eğitimin bir bütünlük taşıdığını toplumların ve milletlerin kalkınmasının her alanda gerçekleştirilecek eğitimler sonunda yakalanacak bir değişim sürecine bağlı olduğunun bilincindeydi. Bundan dolayı nerede olursa olsun öğrenmekten
EğitimFelsefesi Akımları Nelerdir? Program geliştirmenin neredeyse tüm aşamalarında eğitim felsefesi akımlarından yararlanılmaktadır. Program geliştirme sürecinde neye önceliğin verileceğini belirlemede temel yol gösterici olan felsefe, verilecek kararların odağını da oluşturmaktadır. Her programın dayandığı temel bir felsefe ve bu felsefeye dayalı bir eğitim
Felsefeevreni anlamanın ve dönüştürmenin, eğitim ile birlikte temel aracıdır. Fel sefenin kimi zihniyetlerce eğitim kuramlarından dışlanıyor olması da bir tür (!) felsefedir. Toplumsal gelişimi reel temellere oturtup sağlıklı çıkarsamalarda bu lunmadan toplumu geliştirmek sözkonusu olamaz. İnsanlık tarihinde bu
nama huruf ke 24 abjad yunani tts.
Download Free PDFDownload Free PDFHatice KADIOĞLU ATEŞThis PaperA short summary of this paper37 Full PDFs related to this paper
Haberler > Dünya Düşün Tarihine Damgasını Vurmuş 30 Etkili Filozof - 2310 - 1106 30. Konfüçyüs 551-479 Büyük Çin bilgesi, filozof, siyasal yönetici ve Çin tarihinde resmi din olarak kabul edilen öğretilerin kuramcısı Konfüçyüs'ün felsefesi, ahlak ile siyaset felsefesinin ağırlıkta olduğu bir felsefeydi. Bu felsefe, hep devinimli olmalarına karşın gök ile yerin birbirini dengeleyen güçler ve ortak varoluşlarının uyumlu olduğu inanışına dayanıyordu. Konfüçyüs'e göre insan bu koşullara tabidir, evreni örnek alıp ona benzemeye çalışması en iyi insanın bilge insan olduğu kanısındadır, ama kendisini bir bilge kabul etmez; pek az insanın bilge olmayı başardığını düşünür. Seçmeler'de 'bir bilgeye rast gelmekten umudu kestiği'ni söyler. Efendi kusursuzlukta bilgeden sonra gelir, günlük yaşamda etkisi en çok duyulan da aslında efendidir. Konuşmalar'da örnek olma özelliği ayrıntılarıyla anlatılan efendi, 'ahlaksal olanın tarafını' tutandır. Efendi, başkalarının mutluluğu için gösterdiği içten ilgide açığa çıkan ahlaksal yetkinliğinden ötürü, buyruk verebilir, itaat görebilir. 29. Sokrates 469-399 Sokrates Yunan Felsefesi'nin kurucularındandır. Sokrates’in, bilgelikleriyle ünlenenlere yöneltip onları bunalttığı sorularıyla felsefe dünyasında kendine yer edinmişti. Bu tür yaklaşımlar 'çürütme' elenchos denen belli bir kalıp içerisinde sergilenirler. Bu yöntem felsefe tarihinin ilk yöntemi olması bakımından son derece önemlidir. Eski Yunanca’da 'sınamadan geçirmek' ya da 'çürütme' anlamına gelen elenchos yöntemi, doğruluğundan şüphe duyulmayan bir sava karşı yöneltilen çeşitli sorularla, yapılan açıklamalarla, savın kapsamının olabildiğince genişletilmesiyle, en sonunda savın kendi içine taşıdığı çelişki ve tutarsızlıkların kanıtlanmasıyla doğruluk savlarının çürütülmesinin amaçlandığı düşünsel diyalektik bir süreçten oluşmaktadır. 28. Platon 428-348 Antik klasik Yunan filozofu, matematikçi ve batı dünyasındaki ilk yüksek öğretim kurumu olan Atina Akademisinin kurucusu Eflatun, akıl hocası Sokrates ve öğrencisi Aristoteles ile birlikte bilim ve Batı felsefesinin temellerini attı. Platon'un kurduğu akademi aynı zamandan günümüzdeki modern üniversite oluşumunun başlangıcı olarak da kabul felsefesini, beş önemli kuram içerisinde toplamak mümkündür. Bunlar bilgi, idealar, ruhun ölümsüzlüğü, evrendoğum ve devlet ile ilgili kuramlarıdır. Platon, bütün yaşamı boyunca hocası Sokrates'den edindiği ilham ile gerçek bir ahlakçı olarak kalmış, tüm bu kuramları, etik ağırlıklı görüşlerle irdeleyerek geliştirmiştir. Ona göre felsefenin ana ereği, insanın mutluluğu ve yetkin yaşamının sağlanmasıdır. Yetkin bir yaşam, ancak erdemli bir hayat sürmekle elde edilebilir. 27. Aristoteles 384–322 Aristo fizik, gökbilim, felsefe, zooloji, mantık, siyaset ve biyoloji gibi konularda pek çok eser edebi eleştiri alanında ilk teorisyen sayılır. Aristo'nun tiyatro ve şiir hakkında yaptığı yorumlar ve belirlediği kurallar 1700'lü yılların sonlarına kadar batı dünyasında etkili düşüncesinin evrimi hakkında süregelen tartışma ne boyutta olursa olsun, Platoncu bir okulda yetiştiği için ilk önce bu felsefeyle kopuşunun nedenlerini belirgin biçimde ortaya koyma kaygısı taşıdığını düşünmemiz için geçer sebepler var. Homeros hakkında Platon'un bir sözünü Aristoteles'le beraber Nikomakhos'ta Etik'te yazdığı gibi yad edecek olursak, hem dostluk, ve hem hakikat onun için kıymetli olsa dahi, ikinciyi birinciye yeğlemek durumdadır. 26. İbn-i Sina 980-1037 Tıp adamı, yazar, filozof ve bilim insanı olan İbn-i Sina'ya göre metafiziğin temel konusu, 'vücudu mutlak' olan Allah ile yüce varlıklardır. Vücut üçe ayrılır Olası varlık ya da ortaya çıkan ve sonra yok olan varlık; Olası ve zorunlu varlık; özü gereği gerekli olan varlık Tanrı. İbn-i Sina Tanrı'yı ' 'varlığı zorunlu olan' olarak belirtir ve bu fikir ona hastır. Akıl konusundaki görüşleri Aristotales'ten farklı olan İbn-i Sina'ya göre, akıl 5 çeşittir. Akıl konusunda Eflatun'un idealizmi ile Aristoteles'in deneyciliğini uzlaştırmaya, birleştirici bir akıl görüşü ortaya koymaya sonraki Doğu ve Batı filozoflarının çoğunu etkileyen İbn-i Sina, müzikle de ilgilenmiştir. 250'yi aşkın yapıtının başlıcası olan Şifa ve Kanun, felsefenin temel yapıtı sayılarak, uzun yıllar boyunca pek çok üniversitede okutulmuştur. 25. Thomas Aquinas 1225-1274 Thomas Aquinas bilgi, metafizik, siyaset, ruhun ölümsüzlüğü hakkında fikirleri ile skolastik düşüncenin önemli ismi ünlü Hıristiyan filozofdur fakat aynı zaman fikirleriyle Orta Çağ skolastik düşüncesinden Rönesans düşüncesine geçişte önemli bir yere de yaşadığı dönemde hukuk ve adalet konularındai Hıristiyan geleneğinin ve kadim Kilise insanlarının belirlediği kurallar bulunmaktaydı. Aynı şekilde, Cicero ve Aristo gibi bilgelikleri Orta Çağ insanının saygısına mazhar olmuş Hıristiyanlık öncesi filozofların da etkileri düşün dünyasını şekillendiriyordu. Fakat Aquinas birden fazla doğru olamayacağını düşünüyordu ve bu nedenle Roma hukuku, Kutsal Metinler ve antik çağın sevilen kâfirlerinin görüşlerini bağdaştırarak batı felsefesinin çok önemli yapı taşlarından biri oldu. 24. Francis Bacon 1561-1626 Bacon İngiliz filozof, bilim adamı, devlet adamı ve yazar. Bacon'ın felsefesinin merkezinde bilim vardır. Bilimin insanları aydınlatma ve geliştirme işlevini öne çıkarır. O'na göre bilim, doğanın özüne yönelmelidir. Bacon doğayı deneyle kavramaya çalışmıştır. Pragmatizm ile sonuçlanan deney temeline dayanan İngiliz felsefesinin ilk tohumlarını atmıştır. Bacon'a göre bilimin başlıca yönetemi tümevarımdır. Bacon yapıtlarıyla bilimin ve felsefenin, gelişimini göstermiş, doğa ve akıl arasında bir bağ kurulabileceği fikrini yerleştirmiştir. Aynı zamanda, ötanazi kavramını günümüzdeki anlamına yakın içerikte ilk kez Francis Bacon kullanmıştır. Hekimin görevinin, acısına son vererek hastayı tedavi edip iyileştirmekle sınırlı olmadığını, bunun başarılamadığı durumlarda ona rahat ve kolay bir ölüm sağlamayı da içerdiğini savunmuştur. 23. René Descartes 1596-1650 Yaşamının çoğunu Hollanda’da geçirmiş Fransız bir filozof olan Descartes matematikçi ve yazardır. Modern Filozofinin Babası unvanını almıştır ve kendisini takip eden Batı felsefesi çoğunlukla onun günümüzde hala çalışılan yazılarına cevap niteliğindedir. Özellikle “İlk Felsefe Üzerine Düşünceler” hala çoğu üniversitenin felsefe bölümünde standart bir kaynak olarak kabul edilir. Descartes’ın matematiğe katkısı da aynı derecede belirgindir; uzaydaki bir noktayı bir numaralar seti olarak işaretleyebilmeyi ve cebirsel denklemleri iki boyutlu koordinat sisteminde geometrik şekiller olarak göstermeyi ve tam tersini sağlayan Kartezyen koordinat sistemi, ismini Descartes’tan genellikle doğa bilimlerini geliştirmek için aklın kullanılması gerektiğini vurgulayan ilk düşünce insanı olarak tanınır. Onun için felsefe bilgiyi somutlaştıran bir düşünce sistemiydi. Descartes duyuların limitlerini göstermek için mum argümanını kullanır. Bir mumu ele alır, duyular mumun kesin karakteristiği ile ilgili bilgi sağlar; şekli, dokusu, boyutu, rengi ve kokusu gibi. Mumu ateşe doğru tuttuğunda, bu karakter özellikleri tamamı ile değişir. Fakat, görüldüğü üzere, hala aynı şeydir duyuları onu farklı bir şekilde bilgilendirse de, o hala aynı mumdur. Dolayısıyla mumun doğasını uygun bir şekilde kavraması için, duyularını bir kenara bırakmalı ve aklını kullanmalıdır. 22. Spinoza 1632-1677 Zamanında anlaşılmayan pek çok filozof gibi Spinoza da yanlış anlaşılmanın ve doğru anlaşılmamanın muhatabı olmuş, tuhaf bir çelişkiyle hem en büyük din karşıtı sayılmış, hem de eserinin temel kaynağının Tanrı sevgisi olduğu söylenmiştir. Bunlarla birlikte Spinoza'nın tam bir bilge yaşamı yaşadığı belirtilebilir. En büyük eseri Ethica adlı zor anlaşılan ya da tamamen zıt yönlerde anlaşılan felsefesinin oluşumunda bir yanda Yahudi mistiklerini, İslam düşünürlerini, skolastikleri, 17. yüzyılda çok önemli gelişmeler kaydeden doğabilimlerini, Giordano Bruno ve özellikle onun panteizmini ve bütün bunların ötesinde Descartes'ı ve Kartezyen felsefeyi buluruz. Bir anlamda bunlara bağlı olarak onun felsefi sorununun töz sorunu olduğunu, bu eksende varlık problemine yöneldiğini söyleyebiliriz. 21. John Locke 1632-1704 John Locke İngiliz klasik liberal filozofdur ve 17. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biridir. Düşünce özgürlüğünü, insan eylemlerini akla göre düzenlemek anlayışını en geniş ölçüde yayan ilk düşünür olduğu için Avrupa'daki aydınlanma ve Akıl Çağı'nın gerçek kurucusu olarak kabul edilir. John Locke'a göre insan zihni doğuştan boş bir levhadır tabula rasa. Daha sonra bu zihin deneyimle tecrübe birlikte ve cezalandırma hakkını kendi iradesiyle yargıçlara yani yargı erkine bırakan toplum üyeleri, uygulanacak olan yasaların hazırlanması ve yürürlüğe konması görevini de bir başka güce; parlamentoya vermişti. Ancak Locke'a bu yeterli değiildir; bir de yürütme erkine ihtiyaç vardır; yasamanın koyduğu pozitif yasaları uygulayacak, ayrıca anlaşmaları yapacak, savaşa, barışa karar verecektir. Bu anlamda John Locke, günümüz demokrasi anlayışının ilk temellerini atmıştır. 20. David Hume 1711-1776 David Hume İskoç filozof, ekonomist ve tarihçidir. İnsan zihninde olup bitenleri deneysel yöntemi uygulayarak, yeni bir insan bilimi kurmayı öneren Hume tüm iyi niyetine ve yüksek amaçlarına rağmen, İngiliz empirizminin temel tezlerini koruduğu için son çözümlemede kuşkuculuğa düşmekten kurtulamamıştır. Bizim yalnızca, kendi zihnimizde doğrudan ve aracısız olarak tecrübe ettiğimiz ideleri, duyum ve izlenimleri bilebileceğimizi, bilgide kendi zihnimizin ötesine geçemediğimizi ve bundan dolayı herhangi bir şeyin insan zihninden bağımsız olarak varolduğunu söyleyemeyeceğimizi belirten Hume, insan zihnini bilgi bakımından analiz ettiği zaman, insan zihninin tüm içeriklerinin bize duyular ve deney tarafından sağlanan malzemeye indirgenebileceğini görmüştür, bu malzeme ise algılardan başka hiçbir şey değildir. Kısacası, David Hume düşüncenin insanlıktaki en önemli şey olduğunu söyleyen bir insandır. 19. Jean-Jacques Rousseau 1712-1778 Rousseau Cenevreli filozof ve yazardır. Siyasi fikirleri Fransız Devrimi'ni oldukça etkilemiştir. Düşünceleri özellikle, Devrim'den sonra kurulan yeni devletin kalkınmasında, toplumun sosyal yapısında ve eğitim sisteminde etkili doğru bir siyasal toplumun temellerini ortaya koyabilmek için olguların bir yana bırakılması gerektiğini belirtir. Çünkü ona göre salt olgulardan hareket edildiğinde, çıkarlar, yararlar ön plana yerleştirilmekte ve böylece adalet, hukuk ayaklar altına alınmaktadır. Rousseau, güçlünün haklı kabul edildiği, siyasal toplumun kökenine olguları yerleştiren, olgusal verileri ve kuramları eleştirmektedir. Yurttaşı, ortak benliği, halkı, devleti yaratan bir “toplum sözleşmesi”ni ve bu sözleşmeye toplumdaki her bireyin dahil olması gerektiğini savunur. Halk olmanın temelinde egemenliğin var olması gerektiğini düşünür. Yasaların olmadığı bir yerde devletten söz edilemeyeceğini savunmuştur. Yasaların, halkın tümü için geçerli olması gerektiğini düşünmektedir. 18. Immanuel Kant 1724-1804 Immanuel Kant Alman filozofdur. Alman felsefesinin kurucu isimlerinden biri olmuş ve felsefe tarihinin kendisinden sonraki dönemini belirleyici olarak etkilemiştir. Idealist düşüncenin temellerini atarak batı düşünce tarihinde bir yapı taşıdır ve günümüz felsefesinin temellerini felsefenin gelişim seyrine uygun olarak bilgi kuramını ön plana çıkartmıştır. Kant'ın gözünde bilim, liderleri kesin olan ve yöntemleri, ancak Hume'unki gibi felsefi bir kuşkuculuk benimsendiği zaman sorgulanabilen evrensel bir disiplindir. Bilim yansızdır ve nesneldir. O, felsefedeki ilk ve temel misyonunun bilimi temellendirmek, daha sonra da ahlakın ve dinin rasyonelliğini savunmak olduğuna inanmıştır. Bu amacı gerçekleştirmek için, hem Descartes'ın rasyonalizminden ve hem de Hume'un empirizminden önemli gördüğü öğeleri alarak, epistemolojik idealizm diye bilinen kendi bilgi kuramını geliştirmiş, yükselen bilimin felsefi temellerini gösterdikten sonra, özgürlük ve ödevdüşüncesine dayanarak Hristiyan ahlakını savunma çabası vermiştir. O, fenomenal gerçeklikle, yani bizim duyular aracılığıyla tecrübe ettiğimiz dünya ile numenal gerçeklik, yani duyusal olmayan ve hakkında bilgi sahibi olunamayacak dünya arasında bir ayrım yapmıştır. 17. Hegel 1770-1831 Hegel felsefe tarihinin en etkili düşünürlerinden biri olan Alman hem onu takdir edenler hem de acımasızca eleştirenler gibi çok farklı konumlardaki insanlar üzerinde çok geniş bir yelpazede etkili olmuştur. Felsefenin sürekli tartışılan sorunlarının fasit dairesinin dışına çıkmak için, muhtemelen felsefede ilk kez, tarih ve yapının önemli olduğunu ileri sürdü. Efendi-köle diyalektiğinin kavramsallaştırması öz farkındalık oluşması için ötekinin öneminin altını Kant'ın felsefesine inanmakla beraber onun fikirlerini yetersiz buluyordu. Kant'ın aksine insanların her şeyi öğrenebileceklerine inanmıştı. Hegel'e göre dünya demek mantık demekti. İnsanlar mantığın sınırlarını çözdükleri anda beşerin sınırlarını da çözmüş olacaklardı. Hegel'e göre, biricik, canlı felsefe, çelişmelerin -daha doğrusu karşıtların- felsefesidir; çiçek, meyvenin ortaya çıkmasına yol açar, ama meyvenin ortaya çıkması için de, çiçeğin ortadan kalkması gereklidir. Demek ki üremenin gerçeği, hem çiçek hem meyve olmaktır. Ölüm hem ortadan kaldırmadır, hem yeniden doğuşu sağlayan koşuldur. 16. John Stuart Mill 1806-1873 John Stuart Mill İngiliz filozof, politik ekonomist, parlamento üyesi ve devlet alanında, yalnızca tümdengelimsel mantıkla ilgili çalışmalar yapmayıp, tümevarımsal mantığı da formüle ederek geliştirmiş olan Mill, mantıksal ilkeleri sosyal alana, siyaset ve ahlak alanına uygulamasıyla ün kazanmıştır. Psikoloji alanında, çağrışımcılığın babası olarak kabul edilen filozof, psikolojiyi 'zihin kimyası' olarak tanımlamıştır. O, çağrışımcı psikolojisini bilgi konusuna da taşımış ve bu alanda psikolojik bir idealizm geliştirmiştir. Mill, bununla birlikte, psikolojik idealizminde, maddesizciliği seçen Berkeley'den ayrılmış ve dış gerçekliğin varoluşunu kabul ederek, söz konusu nesnel gerçekliği 'duyumları mümkün kılan, kalıcı dayanak' olarak tanımlamıştır. Ahlak alanında yararcılığı savunan Mill, hazzı ya da mutluluğu insan eylemlerinin en büyük amacı ve mutlak ölçüsü yapmış ve yararcılığında, genelin iyiliğini ve refahını temele almıştır. 15. Soren Kierkegaard 1813-1855 Kierkegaard Danimarkalı filozof ve teologdur. Kierkegaard, varoluşçuluğun öncüsü sayılır. Varoluşçu felsefe bir bakıma her varoluşçu filozofta kendine özgü bir nitelik kazanarak ayrıca tanımlanır, ancak bilinen genel nitelikleri ve felsefi özgürlüğü açısından varoluşçuluğun kurucu isimlerinin başında Kierkegaard sayılmaktadır. Kierkegaard'ın belli bir felsefî sistematik geliştirmediği doğru olmakla birlikte, kullandığı kavramlar ve felsefe yapma tarzı sonradan varoluşçu felsefelerde görülen nitelikleri barındırır. Kierkegaard'ın itiraz ettiği ve sürekli eleştirdiği filozof Hegel'dir. Hegel'in rasyonalist ve sistematik felsefesi Kierkegaard için kabul edilemezdir. Varoluşçu felsefelerde görülen kavramların çoğunluğu öncül olarak Kierkegaard'da görülür saçma, bunaltı, korku ve kaygı. Kierkegaard'ın felsefî sorunsalı bir bakıma mevcut Hıristiyanlık içinde ve hatta karşısında nasıl iyi bir Hıristiyan olunacağı noktasına da bağlıdır. Kierkegaard, felsefe tarihinin soyut mantıksal kurgularla geliştiğini ve bu nedenle bireyi, bireyin gerçek yaşamını gözden kaçırdığını düşünür. Ona göre varoluş, somut ve öznel insanın yaşamıdır. Bu nedenle felsefe somut düşünmeye, yani varoluşa yönelmelidir. 14. Mikhail Bakunin 1814-1876 Mikhail Bakunin tanınmış bir Rus devrimci ve kolektivist anarşizm kuramcısıdır. Anarşist düşünürlerin ilk kuşağının temsilcilerindendir ve Anarşizmin babası olarak hangi isim ya da biçim altında olursa olsun, Tanrı da dahil olmak üzere tüm dış otorite sistemlerini reddediyordu. Ona göre doğa kanunlarının farkına her insan kendisi varır. Bakunin'in akıl yürütmesi, düşünme kanunları kendi doğasının kanunları olduğu için, bireyin bunlara uymaktan başka çaresinin olmadığı ve bu nedenle politik yapıların, yönetimlerin ve yasaların derhâl yok olacağı düşüncesine varır. Bakunin'in devrimci programını gerçekleştirme yöntemleri de onun prensiplerinden daha az anlamlı değildir. Bakunin’in tanımladığı gibi, bir devrimci özel bir ilgi veya duyguya izin vermeyen, din, vatanseverlik yâhut ahlâk konusunda, onu kelimenin her anlamıyla varolan toplumu altüst etme görevinden saptıracak hiçbir şüphe taşımayan, sâdık bir insan olmalıdır. 13. Henry David Thoreau 1817-1862 Henry David Thoreau ABD'li yazar, filozof, şair, tarihçi, kölelik karşıtı, vergi direnişçisi, kalkınma eleştirmeni ve yayınladığı başyapıtı Walden, Amerika'nın en önemli entelektüel akımlarından biri olan Transendentalizm için bir örnek eserdir. Eserde yer alan çevre konusundaki düşünceler, modern çevrecilik ve çevre koruma düşüncelerini şekillendiren fikirlerdir. Amerikan düşünce tarihi, transendentalizm ve naturalizmde bıraktığı izler ne kadar önemliyse, 'Sivil İtaatsizlik' isimli makalesi de siyasi tarihe bıraktığı iz de o kadar önemlidir. Meksika savaşı yüzünden, ki ona göre bu savaş sadece köleliği geliştirmek içindi, ödemeyi reddettiği vergi sonucu hapiste geçirdiği bir gece, onun 'Sivil İtaatsizlik' isimli makalesini yazmasına neden olmuştur. Daha sonraları Gandhi'nin en büyük ilham kaynağı olacak bu makale Thoreau'nun belki de en ünlü eseridir. Gandhi'nin dışında Tolstoy ve Martin Luther King gibi önemli isimler de Thoreau'nun düşüncelerinden ve eserlerinden ilham almışlardır. 12. Karl Marx 1818-1883 Karl Marx 19. yüzyılda yaşamış Alman filozof, politik ekonomist ve devrimcidir. Marx'ın ekonomi alanındaki çalışmaları, günümüzde emeği, emek-sermaye ilişkisini ve bunları takip eden ekonomi düşüncesini kavramanın büyük bir kısmı için temel oluşturdu. Sosyoloji ve sosyal bilimleri başlatan isim olarak da bilinir. En bilinenleri Komünist Manifesto ve Kapital olmak üzere hayatı boyunca sayısız kitap toplum, ekonomi ve siyaset hakkındaki teorileri -bir bütün olarak Marksizm- insan toplumlarının sınıf savaşımı-üretimi kontrol eden yönetici sınıf ile üretim için gereken emeği sağlayan mülksüz bir emekçi sınıf arasındaki çatışma- ile ilerlediğini iddia etmektedir. Marx, devletlerin yönetici sınıf tarafından idare edildiğini ve devletin ortak kamu çıkarı adına hareket eder gibi yapıp yönetici sınıfın çıkarları doğrultusunda yönetildiğini düşünmekte ve daha önceki sosyoekonomik sistemler gibi kapitalizmin de kendi yıkımına ve yeni bir sistem olan sosyalizmin onun yerini almasına neden olacak iç gerilimler ürettiğini öngörmektedir. Kapitalizmin içinde burjuvazi ve proletarya arasındaki sınıf çelişkilerinin çalışan sınıfın siyasi zaferi ve bunun sonucu kurulacak sınıfsız bir toplum;komünizmözgür üreticiler birliği tarafından yönetilen bir toplumun ortaya çıkacağını iddia etmektedir. 11. Friedrich Nietzsche 1844-1900 Nietzsche Alman filolog, filozof, kültür eleştirmeni, şair ve bestecidir. Din, ahlak, modern kültür, felsefe ve bilim üzerinde metafor ironi ve aforizma dolu bir üslupla eleştirel yazılar yazmıştır. Nietzsche'nin kilit fikirlerini Apollon-Dionysos ikiliği, perspektivizm, güç istenci, Tanrı'nın ölümü, Üstinsan ve bengi dönüş oluşturur. Felsefesinin merkezini oluşturan şey, kişinin coşkun enerjisini sömüren her türlü öğretinin, toplumsal olarak ne kadar geçerli olursa olsun sorgulanarak 'hayatın evetlenmesi'dir. Hakikatin değeri ve nesnelliği üzerine yürüttüğü kökten sorgulaması, geniş çaplı yorumların odağını oluşturur ve etkisi özellikle kıta felsefesi geleneğindee varoluşçuluk, postmodernizm ve post-yapısalcılık da dahil olmak üzere devam etmektedir. 10. Edmund Husserl 1859-1938 Husserl'de her zaman felsefeye yeni bir yön çizme eğilimi olduğu belirtilebilir, çünkü onun düşüncesine göre felsefe her tür sonradan inşa edilmiş kurgusal bağıntıdan ayrı olarak kendini özsel olarak temellendirmelidir. Husserl Hegelcilik'in etkisini yitirdiği ve Yeni-Kantçılık'ın akademilerde etkili bir güç haline geldiği bir dönemde felsefeye yeni bir yön verme çabasında oldu. Felsefe içerisinde tüm metafizik spekülasyonlardan ve bilimci ön yargılardan sıyrılmayı arzu eden yepyeni bir başlangıç yapmaya ve bu hayli emek isteyen başlangıca uygun, pekin bir felsefe sistematiği oluşturmaya yöneldi ve fenomenoloji olarak bilinen felsefe hareketinin temellerini attı. 9. Bertrand Russell 1872-1970 Russell, 1900'lerin başında İngilizler'in idealizme karşı başlattığı isyana öncülük etmiştir. Ludwig Wittgenstein ile birlikte analitlik felsefenin kurucusu kabul edilir. Felsefi denemesi ''İfade Üzerine' adlı eseri felsefinin paradigması olarak kabul görür. Aynı zamanda geniş bir çevrece 20. Yüzyılın önde gelen mantıkçılarından biri olarak bilinir. Çalışmaları mantık, matematik, dilbilim, bilgisayar teknolojisi ve filozofiyi, özelliklede dil felsefesi, epistemoloji ve metafiziği önemli ölçüde ticareti ve emperyalizm karşıtlığını desteklemiştir ve barışsever tutumundan dolayı Birinci Dünya Savaşı sırasında hapishanede yatmıştır. Daha sonra Adolf Hitler’e karşı kampanyalar düzenlemiş, Stalinci totalitarizmi eleştirmiş, Vietnam Savaşı’ındaki tutumu nedeniyle Amerikan hükümetini suçlamıştır. Aynı zamanda nükleer silahsızlanmanın dobra savunucularındandır. Son eylemlerinden bir tanesi İsrail’in Orta Doğu’daki ülkelere karşı izlediği tutumu eleştirdiği bir bildiri yayınlamasıdır. 8. Ludwig Wittgenstein 1889-1951 Wittgenstein Avusturya doğumlu filozof ve matematikçidir. Mantık ve dil felsefesi konularında yaptığı çalışmalarla modern felsefeye önemli katkılarda bulunmuştur. 20. yüzyılın en önemli filozoflarından geç dönem eserlerindeki kısa diyalog bölümlerinin üslup açısından harika olduğunun farkına vardı. Wittgenstein’ın giriş cümleleri geleneksel tarzının dışındaydı. Wittgenstein, geç dönem eserlerini oluştururken, özellikle felsefe tarihi açısından herhangi bir öncü edinmemişti. Felsefede düşünmeye yeni bir tarz getirdi. Felsefedeki bu yeni düşünme tarzı, tıpkı yabancı bir dili yeni öğreniyormuş gibi öğrenilmeliydi. Wittgenstein’ın bu yeni düşünme tarzının arkasından, sadece çok az filozof gitti. Felsefe yaparak, akıl bozukluğunu büyük bir felsefi problem olarak ele aldı. İnsanların uygun olmayan bir dil kullanımına saplanıp kaldıklarını düşündü ve bu yüzden fikirlerini kuralların dışında bırakmayı tercih etti. 7. Martin Heidegger 1889-1976 Heidegger varoluşçu felsefenin önde gelen isimlerinden biri olarak bilinen Alman filozof. Heidegger felsefe-dışı sayılan pek çok kavramı felsefeye taşıdı ve varoluşçu felsefecilerde görülen tarzda analizlere yöneldi ve bunları derinleştirdi. Kaygı, sıkıntı, merak, ölüm, korku gibi terimleri felsefe düzlemine taşıdı. Fenomenolojiyi varlık sorunu bağlamında yeniden yorumladı ve kullandı. Heidegger'in Husserl etkisi ile kendine özgü bir varoluşçu felsefe oluşturduğunu söylemek mümkündür. Diğer taraftan Heidegger, kendi felsefesinin Sartre tarafından yanlış anlaşıldığını ve varoluşçuluğun düşüncesini açıklamak için doğru bir terim olmadığını belirtmiştir. 6. Jean-Paul Sartre 1905-1980 Sartre ünlü Fransız yazar ve düşünür. Felsefi içerikli romanlarının yanı sıra her yönüyle kendine özgü olarak geliştirdiği Varoluşçu felsefesiyle de yer etmiş; bunlarla beraber varoluşçu Marksizm şekillendirmesi ve siyasetteki etkinlikleriyle 20. yüzyıl'a damgasını vuran düşünürlerden biri varoluşçuluğunda ilk olarak görülen, insanın önceden-tanımlanmamış bir varlık olarak ele alınmasıdır. İnsan kendi yaşamını ya da tanımını kendi kararlarıyla verecektir. İnsanın içinde bulunduğu koşullar içinde yaptığı tercihleri onun kim olacağını ve ne olacagını belirler. Bu, 'varoluş özden önce gelir' sözünün anlamıdır. İnsan önceden-zaten-belirlenmiş bir öze sahip değildir, daha çok o özünü kendi eyleyişleriyle gerçekleştirecek, yani varoluşunu şekillendirerek özünü ortaya koyacaktır. Kahraman ya da alçak olmak, insanın kendi yaptıklarıyla ilgili bir sonuçtur. Bu anlamda varoluşçu felsefede insanın etik bir varlık olarak sekillendirildiği, ama bununda siyasalı yadsımayan bir etik oldugu görülür. İnsan belirli bir bütünlügün içine doğmuştur, burada belirli bağımlılıkları vardır ve bu bağımlılıklar içinde bazı kararlar vermek zorundadır yaşamı boyunca. İşte bu kararlar insanın varoluşunun gerçekleştirilmesidir. Sartre varoluşçuluğu genelde sanıldığının aksine ve varoluşçu edebi metinlerde görülen karamsarlığa rağmen iyimser bir felsefe olarak değerlendirir. Özgürlük ve bağımlılık arasında tuhaf bir ilişki kurulur bu felsefede, öyleki, insan kendi özgürlüğüne de mahküm edilmiştir, denilir. Kendi kararlarıyla ve tercihleriyle özgürlügünü gerçekleştirmek zorundadır. 5. Albert Camus 1913-1960 Camus Fransız bir yazar ve filozoftur. Varoluşçuluk ile ilgilenmiştir ve absürdizm akımının öncülerinden biri olarak tanınır; fakat Camus kendini herhangi bir akımın filozofu olarak görmediğinden, kendini bir 'varoluşçu' ya da 'absürdist' olarak bir anlam aramaya çalışmayacak kadar kısa olduğunu, nihayetinde bir anlamı olmadığı, anlamı olsa bile olmasının hiçbir şey değiştirmeyeceğidir. Bu yüzden insanın yapabileceği en iyi şey hayatını yaşamak olacaktır. Camus hayatın anlamsız olduğunu söylemiştir, fakat anlamsız bir şeyi anlamlı yaşamanın da bir sakıncası yoktur. Bu yüzden Camus'un felsefesi pesimist veya aşırı melankolik değildir. 4. Roland Barthes 1915-1980 Roland Barthes Fransız felsefeci, göstergebilimci, edebiyat eleştirmeni, edebiyat ve toplum teorisyeni. Barthes’ın düşünce evrimini sınıflandırmak kolay değildir. Çünkü onun yapısalcılıktan postyapısalcılıkğa uzanan düşünsel serüveni oldukça değişkendir. Onu hem post-modern felsefenin yaratıcıları arasında, hem de bizzat postmodern düşüncenin en özgün kuramsal uygulayıcılarından biri olarak anmak dilbilim'in tezlerini göstergebilimine taşımaya çalışır. Çünkü belli bir noktadan sonra onun için her şey gösterge dizgeleri olarak okunabilecek bir görünüm alır. Günlük hayattaki rastgele öğelerden yüksek sanat yapıtlarına her şey bir gösterge olarak analiz edilebilir ve edilmelidir. Onun göstergebilim anlayışı bu noktada gösterge dizgelerini anlamak, işleyiş yapılarını çözmek ve dolayısıyla anlam dünyasının yapısını açıklamak çabasından ileri gelir. 3. Jean-François Lyotard 1924-1998 Lyotard filozof, edebiyat teorisyeni, postmodernizmin ve postmodern felsefenin öncülerinden olan çağdaş Fransız düşünürüdür. Modernizmin-sonrası ya da ötesi olarak algılanan süreci Lyotard Postmodern Durum olarak tanımladı ve aynı adlı kitabında moderniteyi ve modern düşünceyi bu bağlamda sorunsallaştırdı. Postmodern felsefe içinde ve postmodernizm üzerine yapılan tartışmalarda en çok gönderme yapılan isimlerden birisi oldu. Postmodernizmin en önemli teorisyenlerinden biri olan Lyotard, temel fikirlerini Postmodern Durum isimli eserinde dile postmodernliği endüstri sonrası toplumun içinde bulunduğumuz şu anki evresine karşılık gelen bir durum ya da koşul olarak tanımlamıştır. Modernliği, bilim ve devleti meşrulaştırmak amacıyla kullanılan üstanlatıların oynadığı rol ile açıklayan Lyotard, bu üstanlatılardan ilerlemenin kesinliğini ve vazgeçilmezliğini vurgulayan iki tanesinin, modern bilimle Fransız Devriminin sonucu olan siyaset anlayışının özgürleştirici anlatısıyla,Hegelcilik ve Marksizmin spekülatif tarih felsefelerinin Batı kültürünü anlamak açısından büyük önem taşıdığını savunur. 2. Michel Foucault 1926-1984 Foucault Fransız düşünür, sosyal teorist, tarihçi, edebiyat eleştirmeni, antropolog ve sosyolog. Michel Foucault, daha çok toplumdaki daimi doğruları inceleyen bir düşünürdü. Nietzsche ve Heidegger’in düşüncelerinden oldukça etkilenen Foucault, çalışmalarında çoğunlukla Karl Marx veSigmund Freud’un fikirleriyle mücadele etti. Hapishaneler, polis, sigorta, delilik, eşcinsellik ve sosyal haklar konularında çalıştı. Bütün çalışmalarını modernitenin bireyler üstündeki etkisi ve getirdiği yeni iktidar ilişkileri üstüne kurdu. Öte yandan Gerard Raul'a verdiği röportajda post-modernist yahut post-yapısalcı olarak tasnif edilmeyi reddettiğini un felsefik yönünün anlaşılması, bir sosyal bilimler öğrencisi için aşılması ayrıcalık getirecek bir toplumdaki daimi doğruların oluşum sürecini modernist bir bakış açısı olarak görür ve kökten reddeder. Postmodernite kendini genel geçer doğruların aksine hareket eden bireylerde ve düşünüşlerde bulur. Bu nedenledir ki Foucault deliler üzerinde araştırmalar yapmıştır. Deliler ona göre toplumun daimi doğrularına uygun hareket edemeyen bireylerdir. Toplumun genelini bir oda içerisinde gören Faucault bütün düşüncelerin, hareketlerin bu daimi doğrular çerçevesinde yahut kıskacı altında ortaya çıktığını iddia eder. Gay, lezbiyen, transseksüel, biseksüel oryantasyonlar daimi doğrulardan ayrı doğrular çerçevesinde oluştukları için postmodernitenin varoluşunu ve moderniteden çıkıldığını gösterir. Foucault kendi çalışmalarının bile genel geçer daimi doğrulardan olmaması gerektiğine inanır ve çalışmalarının kullanıldıktan sonra atılmasını öğütler. 1. Jacques Derrida 1930-2004 Derrida Fransız bir filozof, edebiyat eleştirmeni ve Yapısökümcülük olarak bilinen eleştirel düşünce yönteminin kurucusudur. Derrida, Dil’i yeniden sorunsallaştırır. Ona göre dil, yapısalcıların sandığı ve gösterdiklerinden çok daha fazla oynak ve belirsiz bir şeydir. Anlam, karşıtlık içinde başka bir anlama gönderme yapmaksızın doğamaz, ve anlamın sınırları Dil'in tarihselliği içerisinde sürekli yer değiştirir; çünkü göstergeler her zaman başka anlam bağlamlarından geçerler, başka anlamlara gelirler, asla kapatılamazlar. Bağlamdan bağlama değişen göstergeler zincirinde anlam, dolayısıyla durmadan değişen bir nitelik arz eder. Derrida bağımsız bir gösterilenler alanının olamayacağını ileri sürer. Burada iki önerme belirginleşir Birincisi, bağımsız bir gösterilenler alanının olanaksızlığı ve ikincisi, hiçbir şekilde ya da herhangi bir şekilde bir gösterge dizgesinden yaptığı yapısökümcü okumalarla, klasik felsefenin, yani Derrida'ya göre mevcudiyet metafiziğinin bilinçdışı kaynaklarını ortaya koymaya çalışmış, metinin yapısındaki ikili karşıtlıkları sorunsalaştırmış ve böylece mevcut düşünüş yapısını sökmeyi denemiştir. Bir 'merkez' ve 'dışarısı' olduğu varsayımına karşı çıkmıştır. Bu noktada, Derrida, nın çalışmasında Logos'a yönelik temelli itirazların geliştirildiği görülür. Batı felsefesi'nde hem söz hem de akıl anlamına gelir Logos. Derrida'nın eleştirisinin tam da bu hedeflere yöneldigi açıktır. Burada metafizik bir varlık görüşü gizlidir çünkü ve Derrida, bir yandan akıl'ın konumunu sorunşallastırarak bir yandan da söz-merkezcilik'in yapısını deşifre ederek, mevcudiyet metafiziğinin ardındaki temel dayanak olan Logos'un sökümünü gerçekleştirir. Bunun sonucunda özne'nin metafizik mevcudiyet fikrinin merkezindeki konumu sona erdilir. Söz ve akıl sahibi özne artık metafizik mevcudiyetin merkezi dayanak noktası degildir.
Antik Çağdan modern zamanlara kadar birçok öncü bilim insanı ve düşünür, sıra dışı fikirleri yüzünden içinde büyüdükleri toplum tarafından dışlandılar, sorgulandılar, yargılandılar hatta bir kısmı feci şekilde olmak üzere öldürüldüler. Aşağıda, kendilerini aydınlatan büyük beyinlere zarar veren talihsiz toplumların hikayelerini okuyacaksınız. 1 Sokrates Sokrates MÖ 469 – MÖ 399 yıllarında Atina’da yaşamış olan bir Yunan filozofudur. “Kimseye hiçbir şey öğretemem, sadece onların düşünmelerini sağlayabilirim” onun insanlara nasıl faydalı olabileceğini gösteren sözlerinden sadece birisidir. Sokrates, Atina’nın toplanma mekânlarında gezinerek her meslekten insana, işlerine ve fikirlerine dair sorular sormuş, kendi yaşamlarını sorgulamaları, kendilerini tanımaları için onlara bir vesile olmak istemiştir. Üstelik sık sık “Kendini tanı” söylemi ile insanlardaki öz benlik duygusunu açığa çıkarmak istemiştir. Bunun yanında kendini tanımaktan maksat insanın içe bakışta kaybolması değildir, bu, insanın yeteneklerinin ve sınırlarının bilincine varmasıdır. “Ne kadar az bildiğinin bilincine var!” Fazilet ruhun güzelliğidir. Ne yazık ki, Platon’un “Sokrates’in Savunması” adlı eserinde anlattığı kadarıyla, Sokrates, şehrin tanrılarına inanmamak, onların yerine başka tanrılar koymak ve böylece gençliği zehirlemekle suçlanmıştır. Böylece bu suçlamalar sonucunda ölüme mahkûm edilmiştir. Rivayete göre, ölmeden birkaç saat önce vedalaşmak için eşi yanına gelir. Eşi bu sırada ağlar ve “Ah, bu kötü adamlar seni haksız yere öldürecekler” der. Sokrates ise karısına şöyle cevap verir “Evet, haksız yere öldürecekler, haklı yere öldürseler daha mı iyiydi?” Sokrates, ardında yazılı bir kaynak bırakmamıştır. Yaşamı ve düşünceleri ile ilgili bilgiler Platon ve Ksenophon gibi ardıllarının yazdıkları ve Sokrates’in ölümünden on beş yıl sonra dünyaya gelen Aristoteles’in dolaylı anlatımlarıyla günümüze ulaşmıştır. Sokrates ile ilgili diyaloglarda Sokrates’in içindeki tanrısal sesten vicdanın sesi/daimon bahsedilir. Bu güç ona ne gibi davranışlardan kaçınması gerektiği konusunda ilham vermektedir. Sokrates’e ilişkin bilgilerin büyük çoğunluğu Platon’un yazılarından elde edilmektedir. Sokrates kendini bilmenin güçlülüğünü bilen ama bunun önemli ve mümkün olduğunu da hatırlatan önemli bir düşünce insanıdır. O, erdemi söylemlerine uygun yaşayarak göstermiş bir filozoftur, bir aydındır. Ancak Sokrates hayatı boyunca inandığı ve taviz vermeden savunduğu düşünceleri uğruna ölüme gitmiştir. 2 Hypatia Hypatia 370-415 yıllarında yaşamış filozof, matematikçi ve astronomide başarılı bir bilim insanıdır. Dönemin ünlü matematikçisi Theon’un kızıdır. Hypatia, Atina’da eğitimini aldıktan sonra 400 yılına doğru İskenderiye’ye dönmüş ve İskenderiye Kütüphanesi’ndeki Platon Okulu’nda dersler vermeye başlamıştır. Hypatia bu okulda, içerisinde Hristiyanlık, Paganizm ve Musevilik gibi birçok inanca sahip öğrencisine Platon ve Aristo’nun öğretilerini kazandırmıştır. Bu öğrencileri arasında ileride İskenderiye valisi olacak olan Orestes ve Ptolemais’in piskoposu olacak olan Synesius da vardır. Resim 2. Hypatia’nın İskenderiye şehrinde öldürülmesini gösteren bir çizim Üstelik Hypatia, Roma’nın yavaş yavaş çökmeye başladığı, karmaşık bir dönemde yaşamıştır. Bu dönemde genel eğitim seviyesi çok düşüktür, bilgiye ulaşmak zahmetlidir, mesafeleri aşmak çok zordur. Kısacası bu dönem ortaçağın göbeğidir ve Hypatia bilime yaptığı katkılarla o döneme ışık olmuştur. Doğayı mantık, matematik ve deney ile açıklamaya çalışmıştır. Hypatia, matematik ve astronomi ilgili kitaplar da yazmıştır. Bu eserlerinden birinin adı “Astronomik Kanun”’dur. O, eski olarak adlandırılan bilgileri yeniden açığa çıkarmış ve bunları yeniden aralıklarını, yıldızların yüksekliğini ve dolayısıyla açılarını ölçmeye yarayan usturlap ve sıvıların göreceli yoğunluğunu belirlemeye yarayan hidrometre gibi tarihi bilimsel aletler icat etmiştir. Hatta Kopernik’in güneş merkezli evren modelini ortaya koyarken Hypatia’nın varsayımlarından ilham aldığı söylenmektedir. Hypatia cinayetinin ayrıntılarını kesin olarak bilemesek de politik olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira Hypatia, İskenderiye’de Hristiyanlar ile Hristiyan olmayanlar arasındaki gerginlik ve çatışmaların öne çıkan isimlerinden biridir. Şehrin pagan valisi Orestes’in himayesindedir. Valiyle beraber birçok soylu ve zengin kişi, o dönemde Hypatia’nın felsefe ve matematik derslerini takip etmektedir. İskenderiye piskoposu Cyril tarafından şeytan veya cadı olduğu ilan edilmiş ve İncil’den ayetler gösterilerek halk Hypatia’ya karşı kışkırtılmıştır. Savunmasız bir halde okulun kapısında yakalanıp, taşlanıp, işkence ve linç edilerek 45 yaşında öldürülmüştür. Cinayetin ertesinde Cyril, kilise tarafından aziz ilan edilmiştir. Hypatia’nın bütün eserleri de yok edilmiştir. Tarihçi Socrates Scholasticus bu cinayeti şöyle tasvir eder “Hypatia’yı iki tekerlekli bir at arabasından zor kullanarak indirdiler, Caesarium adını verdikleri kiliseye götürdüler ve şiddet kullanarak soydular. Sonra yüzünü tahrip ettiler ve son nefesini verene kadar ellerindeki keskin deniz kabuklarıyla vücudunu parçaladılar. Sonra bedenini dört parçaya ayırdılar ve bu dört parçayı Cinaron diye adlandırdıkları yere götürdükten sonra yakıp kül ettiler.” Damascius, Scholasticus’un söylediklerine şunu ekler “Hypatia’nın gözlerini çıkararak kör ettiler.” 3 Pisagor Pythagoras Pisagor, Pythagoras Yunanca Grekçe Πυθαγρα, MÖ 570 – MÖ 495 yılları arasında yaşamış olan İyonyalı filozof, matematikçi ve Pisagorculuk olarak bilinen akımın eğitimini tamamlayan Pisagor insanlığın ilk felsefecisi olarak bilinen Thales’in tavsiyesi üzerine Mısır ve Babil’e gidip fen ve din alanında eğitim almıştır. Mısır’da rahiplerden ve kahinlerden aldığı eğitim sonrasında savaşın çıkmasıyla Babil’e geçmiştir. Babil’in matematik bilimleri ile ünlenmiş bir yer olması Pisagor’un çok işine yaramıştır. 34 yıl boyunca kendisini öğrenmeye adayan Pisagor, ülkesine döndüğü zaman dersler vermeye başlamıştır. Fakat iktidarın baskıcı tavırlarından dolayı 529 yılında Yunanlıların yaşadığı bir kıyı kenti olan Güney İtalya’da Croton’a göç etmek zorunda kalmıştır. Resim 3. Ressam Raffaello Sanzio tarafından çizilen tabloda Pisagor Tamsayıların egemenliğinin sonu ve Matematik ilminin atası sayılan Pisagor, matematiksel ispat düşüncesini ortaya atan ilk bilim insanıdır. Ona göre aksiyomlar her şeyin temelidir. Pisagor’un en önemli buluşu ve kendisini tanınır kılan görüşü ise Pisagor Teoremi’dir. Ayrıca Pisagor, Dünya’nın yuvarlak olduğunu iddia eden ilk bilim insanıdır. Akşam ve sabah yıldızı olarak adlandırılan yıldızların da Venüs gezegeni olduğunu keşfetmiştir. O dönemlerde hakim olan Güneş’in Dünya etrafında döndüğü görüşüne de karşı çıkmıştır ve Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünü savunmuştur. Ancak bu görüşüyle çok sert tepkiler alması sebebiyle bu düşüncesini resmi olarak açıklamamıştır. Kaşif, kahin ve bilim insanı gibi unvanlara sahip olan Pisagor, Croton kentinde kısa sürede ünlü biri haline gelmiştir ve kendi okulunu kurarak 300 öğrenci toplamıştır. Bu okulda bilimsel ve dinsel öğretiler yer almıştır ve okulda iki farklı grup var olmuştur. Kendilerini “matematikoi” adını vermiş üst düzey kişilerden oluşan bir grup ve öğrencilerden oluşan diğer gruptur. Pisagor ve takipçileri sayıların olağanüstü bir düzene sahip olduğunu savunmuşlardır. Bu mükemmellik de altın oranın bir yansımasıdır. Bilimsel felsefe adına kurulan bu okulun din ve bilim üzerine yaptığı çalışmalardan rahatsızlık duyan halk okulu ateşe vermiştir. Pisagor ve öğrencileri diri diri yanarak hayatlarını kaybetmişlerdir. Pisagora ve oluşturduğu ekole ait birçok belge de bu yangında yok olmuştur. Bu yüzden Pisagor ile ilgili çok az bilgi günümüze kadar ulaşmıştır. 4 Nicolaus Copernicus Kopernik Nikolas Kopernik 19 Şubat 1473, Toruń-24 Mayıs 1543, Frombork, Prusya İmparatorluğu’na bağlı Ermland Derebeyliği’nde Katolik piskopos danışmanı, boş zamanlarında matematik, astronomi ve harita bilimi ile meşgul olan bir bilim insanıdır. Resim 4. Astronom Kopernik veya Tanrı ile sohbet, Matejko’dan, Arka planda Frombork Katedral’i “Coelestium” Göksel kürelerin devinimleri üzerine başlığını taşıyan başyapıtında Güneş Sistemi’nin tarifini yapmış, gezegenlerin güneşin merkezde olduğu sabit yörüngeler üzerinde hareket ettiğini kabul eden günmerkezlilik yasasını savunmuştur. 1543 yılında, Kopernik’in ölümünden kısa bir süre önce, yayımlanan bu kitap, “Kopernik Günmerkezliliği” denilen astronomik modelin başlangıcını oluşturmakta ve modern astronomik ve bilimsel gelişmelerin başlangıç noktası olarak gösterilerek bilim tarihinde bir dönüm noktası teşkil etmektedir. Kopernik, “Gök Cisimlerinin Devinimi Üzerine” adlı eserini 1530 yılında tamamlamıştır. Ancak bu eserini, çevresindekilerin yoğun baskısı üzerine on yıl sonra, yani ömrünün sonlarına doğru yayınlayabilmiştir. Kitabını, Papa III. Pavlus’a ithaf ederken, bu eseri yıllar boyunca neden yayınlamaktan kaçındığını da açıkça ifade etmektedir “Çok Kutsal Babamız, sanıyorum ki “Gök Cisimlerinin Devinimi Üzerine” adlı bu kitabımda Dünya’nın hareket ettiğini öne sürüyor olduğumu öğrenen bazı kimseler, böylesi görüşleri savunduğum için derhal sahneden kovulmam gerektiğini ilan edecektir… Dolayısıyla Dünya’nın hareket ettiğini ispat etmek üzere kâğıda döktüğüm bu düşüncelerimi yayınlamanın mı daha doğru olacağı, yoksa felsefi gizemlerini yalnızca kendilerine en yakın kimselerle paylaşan, üstelik bunu da yazılı metinler aracılığıyla değil, kulaktan kulağa anlatarak yapan Pisagorcular gibi davranmanın mı doğru ola cağı konusunda tereddütte kaldım… Yeni ve [sözde] garip olan görüşüm sebebiyle alaya alınacağımdan korktuğum için bu eseri yayınlamaktan neredeyse büsbütün vazgeçecektim.” Kopernik’in bu ithaf yazısını kaleme alışından tam altmış yedi yıl sonra Galileo’nun, Kepler’e yazdığı bir mektupta, Kopernik’in görüşlerini açıkça desteklediği çalışmalarını yayınlamak konusundaki çekincesinin sebebini izah ederken, Kopernik gibi Pisagorcuların gizlilik üzerine kurulu tarikatlarına hayran olmamakla beraber, Kopernik’in kullandığı “sahneden kovulma” ifadesini kullanmış olması oldukça ilginçtir. Gerek Kopernik’in gerekse Galileo’nun, eserlerini yayınlamaktan kaçınmalarının, kilisenin göstereceği olası bir tepkiden korkuyor olmalarından kaynaklandığını gösteren herhangi bir delil yoktur. Ne de olsa Kopernik başyapıtını Papa’ya adamıştır. Üstelik eserlerini yayınlamak konusunda ikna edilmesinde etkili olan kişilerden biri de, art arda üç papanın sırdaşı olmuş ve Kopernik’e 1 Kasım 1536’da Roma’dan yazdığı mektupta, “Bütün içtenliğimle keşiflerinizi eğitimli kimselere açıklamanızı ve evren konusundaki kuramlarınızı en kısa zamanda tarafıma iletmenizi rica ediyorum” diyebilen Kardinal Schoenberg’dir. Eserini yayınlaması konusunda Kopernik’i gerçek anlamda ikna edense Wittenberg Üniversitesi’nde Matematik ve Gökbilim Profesörü olan Protestan akademisyen Georg Rheticus 1514-74 olacaktır. Bunun yanında eserin oldukça kabaca yazılmış orijinal elyazmasını elden geçiren, çok sayıda düzeltme yapan ve sonunda Danzig’de basılmasına ön ayak olan da Rheticus olmuştur. 5 Galileo Galilei Galilei, 1564’te İtalya’nın Pisa şehrinde doğmuştur. Dönemin tanınmış müzisyenlerinden Vincenzo Galilei’nin oğlu olan Galileo, ilk tahsilini Floransa’da yapmıştır. 1581’de Pisa Üniversitesi’nde tıp tahsiline başlamıştır. Ancak parasızlıktan okulu terk etmek zorunda kalmıştır. 1583’ten itibaren matematiğe ilgi duyan Galileo, bu konudaki çalışmaları sayesinde, 1589’da Pisa’da profesörlük elde etmiştir. 1610’da Ay’daki dağlar, yıldız kümeleri ve Samanyolu üzerine ilk tespitlerini yayımlamıştır. Bu arada Jüpiter’in dört uydusunun varlığını da bildirmiştir. Bu çalışmaları çok ilgi uyandırmıştır ve Floransa’da saray matematikçisi olmasını sağlamıştır. Hemen sonra Venüs gezegeninin Tayyipleri ve Satürn’ün şekli hakkında bilgi verirken, astronomideki Ptolemy Batlamyus sistemini de tartışmaya açmıştır. Daha sonra 1611’de Roma’ya gitmiş ve oradaki Bilim Akademisi’ne üye seçilmiştir. Floransa’ya dönüşünde ise hidrostatik üzerine pek çok profesörün itirazına sebep olan kitabı ile 1613’te güneş lekeleri üzerine yazdığı eserini yayınlamıştır. Bu eserinde Kopernik sistemini açık bir şekilde müdafaa etmiştir. Bundan dolayı papazların ağır hücumuna da uğramıştır. 1615’te bizzat Roma’ya giderek bu iddiasını savunmuştur. Ardından, 1616’da Papa Beşinci Paul tarafından kitaplarını tetkik için bir komisyon kurulmuştur. Bu komisyon Galileo’nun kitaplarını yasaklamamış ancak Dünya’nın döndüğü iddiasından vazgeçmesini istemiştir. Resim 5. Cristiano Banti’nin 1857 yılında resmettiği Galileo’nun Roma engizisyonu ile yüzleşmesi Galileo, bir müddet bilimin pratik yönüne dönmüş ve mikroskobu geliştirmiştir. Ancak 1618’de üç kuyruklu yıldızın görülmesiyle kiliseyle tekrar münakaşaya girmiştir. Arkadaşının Sekizinci Urban olarak Papa seçilmesinden cesaret alarak yazdığı İki Kainat Sistemi Üzerine Konuşmalar” adlı eserini 1632’de yayınlamayı başarmıştır. Ancak kitabı daha önce yapılan uyarılarla çeliştiği söylentileriyle Roma’da mahkemeye çağrılmıştır. 1633’te bu kitap yasaklanmış ve Galileo, Kutsal Engizisyon’ca müebbet hapse mahkum edilmiştir. Nitekim, cezası kendi evinde göz hapsine çevrilmiştir. Yetmiş yaşında hapsedilen Galileo kör olmuş ve 1642 yılında hayatını yitirmiştir. 6 Antoine Lovoisier Antoine-Laurent Lavoisier d. 26 Ağustos 1743, Paris–ö. 8 Mayıs 1794, Paris Fransız bir kimyacıdır. Parisli zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Daha küçük yaşında iken annesini yitiren Lavoisier, babasının yakın ilgi ve bakımıyla büyümüştür. Başlangıçta belki de onun etkisiyle, hukukçu olmaya yönelmiştir. Ancak bu arada içinde uyanan deneysel bilim merakı, çok geçmeden bir tutkuya dönüşmüştür. Yirmi bir yaşına yeni bastığında, Paris’in sokaklarını aydınlatma proje yarışmasında birinciliği almış ve Fransız Bilim Akademisi’nce altın madalya ile ödüllendirilmiştir. 25 yaşına geldiğinde ise özellikle kimya alanındaki çalışmaları göz önüne alınarak akademiye üye seçilmiştir. Bu arada hükümetin özel bir komisyonunda görevlendirilen genç bilim insanı, metrik sistemin oluşturulması, Fransa’nın jeolojik haritasının çıkarılması gibi etkinliklerden tarımda verimin yükseltilmesine uzanan pek çok uygulamalı bilim çalışmalarını düzenlemiştir. Ayrıca o sırada bir tür abluka altında olan ülkesinin savunma ihtiyacı olan barutun da retim sorumluluğunu üstlenmiştir. Genç bilim insanı, bu kadarla da yetinmeyip ileride yaşamını yitirmesine yol açan bir işe, ülkenin bozuk vergi sistemini düzeltme işine de el atmıştır. Ancak tüm bu uğraşlarına rağmen Lavoisier, kendisini asıl ilgilendiren bilimden kopmamıştır; her fırsatta özel laboratuvarına çekilip deneylerini sürdürmekten geri kalmamıştır. Resim 6. “Mösyö Lavoisier ve Karısı” adlı portre 1794’te solunum üzerinde deneylerini yaparken, Lavoisier, Devrim Mahkemesi önüne çağrılmıştır. İki suçlamaya hedef olmuştur Devrim karşıtı olarak karalanan aristokrasiyle ilişkisi ve vergi toplamada yolsuzluk. Zira Lavoisier topladığı vergilerin küçük bir bölümünü laboratuvar deneyleri için harcamıştır. Lavoisier’yi kurtarmak için dostları mahkemeye koşmuştur ancak tanık olarak bile dinlenme gereği duyulmamıştır. “Yurttaş Lavoisier’in çalışmalarıyla Fransa’ya onur sağlayan büyük bir bilgin olduğunda hepimiz birleşiyor, bağışlanmasını diliyoruz” dilekçesiyle başvuran günün seçkin bilim insanlarına, yargıcın verdiği yanıt kesin ve çarpıcıdır “Cumhuriyet’in bilginlere ihtiyacı yoktur!” Galileo yaşamının son on yılını Engizisyon’un göz hapsinde geçirmiştir. Lavoisier’in sonu ise daha acıklıdır. O, 51 yaşında iken, “devrim” adına giyotine maruz kalmıştır. Lavoisier, boynunun vurulmasını beklerken kitap okuyordur. Cellat, onu giyotine götürmek için yanına geldiğinde, Lavoisier, nerede kaldığını unutmamak için okuduğu kitabın arasına bir kitap ayracı koymuştur. Lavoisier döneminde, kimya alanında Antik Yunan döneminden kalan “toprak, su, ateş ve hava”’nın dört temel element olduğu öğretisi geçerliliğini korumaktadır. Bu öğretiden yola çıkarak Lavoisier “Flogiston deneyi”ni tasarlamış ve “flogiston” kavramını geliştirmiştir. Bu kavram yanan nesnenin flogiston adında bir madde çıkardığını öngörmektedir. Daha sonra gerçekleşen çalışmalar ve gazların keşfi ile “Flogiston Teorisi” geçerliliğini yitirmiştir. Sonraki deneylerinde elde ettiği bulgu ve gözlemlerini “Lovoisier, Traité Élémentaire de Chimie” adlı yapıtında toparlamıştır. Bu yapıt modern kimyanın doğmasını sağlayan temel eserlerden biri olarak öne çıkmıştır zira kimyayı sistemli bir şekilde ele almaktadır. Ayrıca Antoine Lavoisier, “Kütlenin Korunumu Yasası”nı da ortaya koymuş ve hiçbir şeyin yoktan var edilemediği ve maddenin dönüşümlerde miktar olarak aynı kaldığını göstermiştir. Bu yasayı öne çıkarabilmesinde, sistemli bir yaklaşıma sahip olması ve duyarlı ölçümler yapabilmiş olması önemlidir. 7 Giordano Bruno Giordano Bruno 1548-1600 İtalya. İtalyan filozof, rahip, gökbilimci ve okültistdir. Rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biridir ve şair yönüyle de edebiyata en yakın duranıdır. Ona doğacı coşkunluğun düşünürü de denmektedir. Aristotelesçi kapalı evren görüşünden ilk sıyrılanlar arasında yer alan İtalyan filozof, Kopernik’in tezini savunmuştur. Evrenin sonsuz ve eşdağılımlı olduğunu ve evrende, dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söylemiştir. Aykırı görüşler beslediği için 1600 yılında Roma Katolik Kilisesi’nin Engizisyon mahkemesinde yargılanıp sapkın ilan edilmiş ve Roma’da diri diri yakılarak idam edilmiştir. Onaltı yaşındayken Dominiken adını taşıyan bir tarikatta yer almış ve burada Tomasso tanrıbilimini incelemiştir. Yeni ve eski filozofları okuyarak kendini geliştirmiştir. Kopernik sistemi ile tanışınca, Bruno tarikat mensubu bir kişi olmaktan sıyrılmış ve buna bağlı olarak Hıristiyan inancıyla arasındaki bütün bağları koparmıştır. Daha önce Kiliseye karşı bir sistem içinde yer aldığından din sapkınlığı ile suçlanmıştır. 1576 yılında Roma’da daha 28 yaşında iken sapkınlık, dinsizlik şuçlarından dolayı hakkında dava açılmıştır. Oysaki O, düşüncelerinde ısrar etmiş ancak Engizisyon baskısından kurtulmak için Roma’ya ardından Kuzey İtalya’ya kaçmıştır. Dinsizlik ile suçlandığı için hiçbir yerde kalıcı olarak yaşayamamış, sürekli gezmiştir. Sonra Cenevre’ye geçmiş, ardından yaşamına Güney Fransa, Paris ve Londra’da devam etmiştir. 1582 yılında Sorbonne Üniversitesi’nde bir kürsü elde etmiş ve Londra’da yapıtlarının birkaç bölümünü kitaplar halinde bastırmıştır. Londra’dan kısa bir süreliğine yine Paris’e geçen Bruno daha sonra bir İtalyan aristokrat olan öğrencisi Macenigo tarafından Venedik’e davet edilince bu daveti kabul etmiş ve burada Galileo Galilei ile tanışmıştır. Öte yandan ülkesini özlemiş, güneşine ve sıcak renklerine kavuşmuştur. Sık sık sunumlar ve konferanslar vererek Galileo ile bilgi ve fikir alışverişini ilerletmiştir. Ancak Macenigo adlı bir aristokratla çatışınca, onun tarafından Engizisyon’a teslim edilmiştir. Ona, düşüncelerinden vazgeçmesi ve sonsuz evren görüşünün din sapkınlığı olduğunu kabul etmesi durumunda kilise tarafından affedileceği söylense de Bruno, gördüğü bütün işkencelere karşın, görüşlerinden taviz vermemiş ve bilim insanı olmanın onurunu daima korumuştur. Sekiz yıl hapiste kalarak tanrıya saygısızlık, ahlaksız davranış ve dinden çıkmak suçlarından soruşturulmuş ve yargılanmıştır. Uzun bir yargılamanın sonunda Hristiyanlık’ın ünlü ilkesine göre, “kanı akıtılmadan eziyet edilerek öldürülmesine” karar verilmiştir. Ölüm kararını Bruno’ya bildiren yargıç, ondan şu cevabı almıştır “Ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz” Kilisenin bu kararı, Roma’da Campo dei Fiori meydanında 17 Şubat 1600 de Bruno’nun diri diri yakılması ile yerine getirilmiştir. 8 Miguel Servet Miguel Servet d. 29 Eylül 1509/1511 – ö. 27 Ekim 1553, İspanyol ilâhiyatçı, hekim, haritacı, hümanist ve Avrupa’da kan dolaşımını doğru şekilde inceleyen ilk bilim insanıdır. Matematik, gök bilim, meteoroloji, coğrafya, anatomi, eczacılık, hukuk felsefesi, tercümanlık ve İncil’i orijinal metinlerinden tefsir etme çalışmaları bulunmaktadır. Şairlik yanı da bulunan Servet, özellikle eczacılık ve ilâhiyat bilimlerinin tarihinde nam sahibidir. Tıp bilgisini geliştirmek amacıyla 1526’da Endülüs’ten arta kalan Gırnata’ya Grenada gitmiş ve burada Hıristiyan yağmasından geriye kalan tıp ve eczacılık kitaplarını toplamıştır. Bunlar arasında tarihte ilk defa küçük kan dolaşımını bulan İbnü’n Nefs’in Alaaddin Ebu’l A’lâ Ali b. Ebi’l Hazm el Kureşî ed Dımeşkî 1270’li yıllarda telif ettiği kitabını Latince’ye çevirmiştir. İbnü’n Nefsin bir diğer kitabı olan “el Mu’cez fî’t Tıb”dan hem ecza ve hem de hastalıklarla ilgili çok yararlandığı kitaplardandır. 1531 Temmuz ayında “De Trinitatis Erroribus” Teslisteki Yanlışlıklar, 1532’de ise “Dialogorum de Trinitate” Teslis Hakkında Konuşmalar kitaplarını yazmıştır. Teslisten arındırılmış bir İncil hazırladıysa da herkese duyuramamıştır. Fransa’da yaşarken Engizisyon’dan korktuğu için Michel de Villeneuve Villeneuvelü Michel takma adını kullanmış ve 1533’te Batlamyus’un Coğrafya kitabının ilk Fransızca tercümesini yayımlamıştır. Bunun yanında 1535’te “In Leonardum Fucsium Apologia” Leonard Fuchs’a karşı Savunma, “Syruporum Universia Ratio” Şuruplar Hakkında Herşey adında eczacılık kitapları yayınlayımlamıştır. 1540 yılında ise suikaste uğramışsa da kurtulmayı başarmıştır. 1553’te teslisi reddeden görüşlerini içeren “Christianismi Restitutio” Hıristiyanlığın Özüne Dönüş kitabı bardağı taşıran damla olmuştur. Daha önce tanışıp ahbap oldukları Calvin tarafından oyuna getirilmiştir. Servetus ve Calvin daha önce mektuplaşmışlar ve Servetus Michel de Villeneuve adını, Calvin ise Charles d’Espeville adını kullanmıştır. Servetus bir arkadaşına bu mektuplaşmayla ilgili olarak şöyle yazmaktadır “Servetus, kısa süre önce, zırvalarını içeren hacimli bir posta yolladı. Eğer buraya gelirse ve eğer otoritemin bir değeri varsa, onun buradan canlı ayrılmasına asla izin vermem.” Servetus’in hem bilim, hem de dini sahada popüler olması, Calvin’i kıskandırmış olduğu düşünülmektedir. 16 Şubat 1553’de Servetus Vienne’de iken, tutuklanmıştır. Ancak delil yetersizliğinden serbest bırakılmıştır. 26 Mart 1553’de ise Servetus’in gönderdiği mektuplar Calvin tarafından engizisyona yönlendirilmiş ve bu mektuplar delil olarak kabul edilmiştir. Bu yüzden Servet, Katolik kilisesi tarafından Lozan’da kitaplarıyla birlikte yakılarak öldürülmüştür. 9 Roger Bacon Roger Bacon d. 1219/1220 – ö. 1292 İngiliz bilim insanı ve filozoftur. “Deneysel bilim” yolunda çaba harcamış olan Bacon, çağdaş bilimin deneysel yaklaşımının tarihsel bakımdan erken olgunlaşmış bir temsilcisi olarak kabul edilmektedir. İnsanın bilgisizliğinin nedenleri üzerinde duran Bacon, otoriteye dayanmanın, geleneğin etkisinin, önyargıların ve kişinin cehaletini saklayan sözde bilgeliğin, insanı hakikate ulaşmaktan alıkoyduğunu söylemiştir. Bacon, özgür fikirleri yüzünden otorite ve din adamlarıyla sürekli tartışmalar yaşadığı için 14 yıl hapis yatmıştır. Hristiyan olmayanlardan özellikle Araplardan birçok şey öğrenilebileceğini söylemiştir. Ona göre İbn-i Sina, Aristoteles’den sonraki en büyük filozoftur. Empirik fikrininin ilk savunucusu olduğu da kabul edilmektedir. Felsefenin görevinin insanı Tanrı’nın bilgisine götürmek ve O’nun hizmetine koşmak olduğunu dile getiren Bacon, matematiğe özel bir önem vermiş ve matematiği tüm bilimlerin anahtarı olarak kabul etmiştir. Zamanının bilimiyle ahlakına yoğun eleştiriler yöneltmiş olan Bacon, tümevarım ve tümdengelimden meydana geldiğini söylediği bilimsel yöntem konusunda önemli katkılar yapmıştır. Bacon’un anlayışına göre gerçeğin önünde engeller bulunmakta ve bu engellerin cehaletin nedenleri olduğunu savunmaktadır. Cansu AYGEN
Skolastik düşünce nedir? Bunu anlamak için Fuat Sezgin’den kısa bir açıklamayla başlayarak konuyu derinleştirmeye çalışacağım. Skolastik düşüncenin kökenleri ve uygulamaları hakkında ayrıntıya girmeden önce skolastik felsefenin kilise ile doğrudan ilişkili bir felsefe olduğunu bilmek gerekir. Gerçekte skolastkik tabiri bir zamanlar Avrupa eğitim kurumlarında bilginin deney ve gözlem yoluyla değil, büyük otorite kabul edilen kimselerin eserlerine müracaat ederek elde edileceği inancının hakim olmasından dolayı ortaya çıkmıştı. Mesela, bu otoritelerden biri Aristo idi ki, onun eserlerinde bir meselenin cevabı bulunmazsa o mesele de yok farz ediliyordu. Skolastik Dönemi anlatan bir konuşmadan bahseder Aydın Sayılı Bilim Tarihi kitabında. Scheiner güneş lekelerini Galile’den önce bulduğu halde keşif şerefinin Galile’ye verilmiş olmasından şikayet edip dururken kendisini teselliye çalışan birinden aldığı cevap şu olmuştur “Oğlum, boşuna üzülüyorsun. Ben Aristo’nun eserlerini mütaaddit defalar hatmettim; böyle lekelerden hiç bahsetmiyor. Teleskopundaki mercekleri değiştir. Çünkü kusur onlardadır. Ulvî âlem Aristo üstadımızın söylediği gibi kusursuz ve lekesizdir.” Skolastik Düşüncenin Gelişimi Skolastiklik düşünce dar anlamıyle XII. yüzyıl öncelerinde başlar. Felsefi okul olarak belirli özelliklere sahiptir. Bu özellikler şunlardır 1 – Skolastik düşüncede sınırlar vardır. Skolastiklerin görüşleri eğer bir konsül yönünden lânetlenmişse onlar caymaya hazırdır. Böyle bir durum bütünüyle korkaklığa yorulamaz. Bir yargıcın yargıtay kararına boyun eğmesine benzer. 2 – Ayrıca, Ortodoksluk sınırları içinde XII. ve XIII. yüzyıllarda gittikçe daha iyi tanınmağa başlayan Aristoteles, üstün bir otorite olarak kabul edilmiştir. Platon artık ilk sırayı kapsamaktadır 3 – Aytışıma ve tasımlama yoluyle usa vurmaya iyice inanılmıştır. Skolastiklerin genel mizacı mistik olmaktan çok, işi ince eleyip sık dokumak ve tartışmaya girmektir. 4 -Tümeller sorunu, Aristoteles’le Platon’un bu konuda uyuşmadığının ortaya çıkartılmasıyle ön plana geçirilmiştir. Bununla birlikte tümellerin o çağlarda yaşayan filozofların ana sorunu olduğunu varsaymak yanlıştır. XII. yüzyıl, başka sorunlarda olduğu gibi skolastikte de XIII. yüzyılı hazırlar. Büyük adlar XIII. yüzyıla ilişkindir. Bununla birlikte ilk skolastikler öncü olmaları bakımından ilgi çekicidir. Skolastikliğe geçişte zekâya karşı yeni bir güven görülür. Aristoteles’e karşı duyulan saygıya karşın, dogmanın düşünceyi çok tehlikeli saymadığı yerde, us’un özgür ve güçlü bir kullanımıyle karşılaşmaktayız. Skolastik düşüncenin eksiklikleri Skolastik yöntemin eksikleri, diyalektik» üzerinde durulmasından kaçınılmaz olarak doğmuş olanlardır. Bu eksikler şunlardır 1 — Olgulara ve bilime aldırmazlık. 2 — Sadece gözlemin sonuç vereceği yerlerde usavurmaya inanç. 3 — Sözel ayrımlar ve incelikler üzerinde yersiz ölçüde duruş. Bu eksiklerden Platon konusunda söz etmiştik. Fakat, onlar skolastikte, çok daha yoğun olarak çıkar karşımıza. ROSCELINUS Esaslı bir skolastik olduğu ileri sürülebilecek ilk filozof Roscelinus’tur. Skolastik Düşünürlerden Bazı Alıntılar Skolastik düşünce hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için skolastiklerin bazı düşüncelerine göz atmakta fayda var. Kutsal kitaplar yanılmazdır. “Kutsal kitaplar dışında hiç bir şey yanılmaz değildir.” demiştir. Abaelardus “Dahası, havariler ve kilise babaları bile yanılabilir.” Onun mantığı değerlendirmesi, modern görüş açısından aşırıdır. Abaelardus, mantığı her şenden önce Hıristiyan bilimi saymış ve “lojik” sözcüğünü kökçe logos»a yaklaştırmıştır. Bir görüşün itizaci sayıldığını öğrenen skolastik ondan vazgeçerdi. Bernardus’a göre Platon’un Hıristiyan olduğunu belgilemeğe çalışması Abaelardus’u kâfir saymaya yeterdi. Hem o, Tanrı’nın bütünüyle insan aklı tarafından kavrandığını savunmakla Hıristiyan imanının ortamını meziyetini zedelemişti. Gerçekte Abaelardus, bu son görüşü hiç de savunmamış ve Sanctus Anselmus gibi üçlemenin teslisin vahye gerek kalmadan akılla izah edilebileceğini düşünmesine rağmen imana çok büyük bir yer bırakmıştı. Onun bir kez, Ruhulkudüs’ü, Platoncu dünya ruhuyla özdeş tuttuğu doğrudur. Fakat Abaelardus, bu görüşün itizalci olduğunu öğrenir öğrenmez onu bir yana bırakmıştı. Yenilik yoktur, eski konular sürekli tartışılır. Mantığın, bilime iyi bir giriş, fakat kendi içinde cansız ve kısır olduğunu düşünmüş. “Aristoteles -demiş-, mantıkta bile aşılabilir. Eski yazarlara karşı duyulan saygı, usun eleştiri duygusunu kösteklememeli.” Platon onun için hala filozofların şahıdır. John, zamanının bilginlerinden çoğunu şahsen tanır. Ve skolastik tartışmalara dostça katılır. Hatta bir okulu 30 yıl arayla ikinci defa ziyaret ettiğinde okul mensuplarının hala 30 yıl önceki sorunları tartıştığını görerek gülümser. Din bilimleri dışında bilim öğrenmenin gereksiz görüldüğü olmuştur. Dominicus, tarikat canlarının kardeşlerinin din-dışı bilimleri ya da zamanın din sistemleri dışında hiç bir özgür bilimi öğrenmemesini buyurmuştu. Bu kural 1259 yılında iptal edildi. Aquino’lu Thomas Aquino’lu Thomas doğumu 1225, ölümü 1274, skolastik filozofların en büyüklerinden sayılır. Felsefe öğreten bütün Katolik kurumlarında o, doğru konuşan tek kişi olarak gösterilirdi. Aquino’lu Thomas çok bakımdan Aristoteles’i öyle yakından izler ki Stageria’lı filozof Katolikler arasında hemen hemen kilise babalarının otoritesine sahip duruma gelmiş; Aristoteles’i salt felsefe alanında eleştirmek küfür sayılır olmuştur. Platon hakkında da, Aristoteles hakkında da birinci elden bilgi sağlanmasını ise yine Rönesans ile olacaktır. Skolastikler Yunanlı filozofların kitaplarına Arapların çevirilerinden ulaşmışlardır. Yazıda kaynak olarak Bertrand Russell’ın Batı Felsefesi Tarihi Orta Çağ kitabı kullanılmıştır.
filozofların eğitim ile ilgili görüşleri